GENEL GİBİ YEREL SEÇİM
Türkiye 30 Mart 2014 sabahı 1930’dan bu yana 18. yerel seçimine gidiyor. Ancak bu, öncekilerden farklı olarak iktidar partisine yönelik bir referandum havasında bir yerel seçim; yerel adayların yerine Başbakan Erdoğan’ın yarıştığı, oylandığı bir yerel seçim…
Hal böyle olunca yüzde 50’nin altında, yüzde 40’lar dolayında kalacak bir oy oranı otoriter ve kleptokratik AKP iktidarının güvenoyu alamaması anlamına gelebilecek. Muktedir liderin kutuplaştırıcı ve gerginleştirici tarzı ve iktidara tutunma hırsı bu algının oluşmasının en önemli nedeni.
AKP için özellikle Ankara ve İstanbul’da karşılaşılacak olası bir hezimet, aslında Gezi halk hareketiyle görülen sonun başlangıcının sandık yoluyla da tasdiki olacak. 1989 Yerel Seçimlerindeki gibi tek başına iktidarda bulunan partiye (ANAP) karşı muhalefetin (SHP) açık ve büyük zaferi, demokrasinin nefes alabilmesini sağlayabilecek. İşte bu noktada iktidarın tutumu ülkenin geleceği açısından belirleyici olacak.
Ya daha da hırçınlaşacak ve otoriterleşecek -ki bunun ötesi otoriterlik değil totaliterlik olur- ya da siyasal ve toplumsal muhalefetle uzlaşı yolunu tercih ederek ciddi bir demokratikleşme paketini Genel Seçimlerden önce Meclis’ten geçirecek. Erdoğan’ın şimdiye kadarki genel tutumu dikkate alındığında ilk seçeneğin -ki bu ülke adına bir talihsizlik olacaktır- daha muhtemel olduğu görülecektir. Cumhurbaşkanlığı seçimiyle birleştirilen bir erken Genel Seçim olasılığı da böyle bir tabloda çok yüksektir.
İktidarın denetlenebildiği, milli irade denilen olgunun tam demokratik bir sistemle belirlendiği; yani engelsiz, barajsız veya düşük barajlı, hakça bir seçim sistemi ile demokratik bir siyasal partiler yasası son derecede yaşamsal ve ivedi konular olarak ortadadır. Aksi takdirde, 1980’den beri süregelen milli irade hırsızlığına devam edilecektir.
Demokrasilerde iktidarlar kendilerine oy veren seçmen çoğunluğunun dışında kalan kitlelerin ve daha da önemlisi bireylerin hak ve özgürlüklerini gözetmekle yükümlüdür. Oysa ülkemizde çoğunluğun tahakkümü biçiminde uygulanan sistemin demokratiklikle ilgisinin olmadığını muhakeme yeteneğine sahip herkes kabul etmektedir.
Bugünkü iktidar sahipleri, son çıkan casusluk olayıyla birlikte devletin mahremiyetine girildiğinden ve ulusal güvenliğin tehdit altında olduğundan şikayet etmektedir. Bu şikayet kabul edilebilir değildir çünkü devletin mahremiyetinden daha önemli olan şey bireyin mahremiyetidir. Yıllardır yurttaşların mahremiyetinin ihlal edilmesine seyirci kalan veya belki de bunu bizzat ihlal eden bir idarenin bugün “ulusal güvenlik elden gitti” şeklinde bir söyleme sığınmaya çalışması hem haksız hem de aciz bir davranıştır.
Hatta çok yakın bir gelecekteki totaliter yönetimin altyapısının oluşturulmasına yine bizzat hükümet tarafından çalışılıyor olabilir: Bu konunun sızdırılmasını bir grup, çete veya ekiple ilişkilendrip o yapıyı devlet karşıtı bir hain örgüt gibi gösterebilir hükümet. Ardından da büyük bir karşı operasyon…
Olayın diğer bir boyutu da birçok yurtseveri darbe planı yapmakla suçlayıp yıllarca zindanlarda tutanların şimdi kendilerinin kanlı savaş planları tezgahladıkları ortaya çıkıyor bu arada. Bu ülkenin gençlerinin canları işte bu kadar ucuz, işte bu kadar değersiz yöneticilerin gözünde. İşte bu kadar talihsiz bizim halkımız.
Önümüzdeki yerel seçimler işte bu makus talihi yenmek için çok önemli bir fırsattır. Bu fırsat özellikle 2002’den bugüne, yoz siyasi üstyapıya ve kurumlara güvenmeyip sandığa gitmeyen yurttaşların elindedir. Seçime katılım oranı öncekine kıyasla ne kadar yüksek olursa, kurtuluş ve çıkış o kadar yakındır!
Mutlu ve huzurlu yarınlar için oyuna ve sandığa sahip çık Türkiye!