30 Ağustos 2005

BAYKAL’IN SORUNU!

ile Emrah Konuralp
Share

“Başbakan’ın başlattığı sürecin mesajı pazarlık kokuyor. Ne diyorlar? ‘Hele silahları bir bırakın, arkası gelir.’ Ne demek bu? Silah bırakılacak, arkadan ne gelecek? Af gelecek . Sonra (Öcalan’ın) siyasal hakları iade edilsin denilecek. Sonra siyasete girsin denilecek ve sonuçta benim özenle vurgulamaya çalıştığım ‘terörün arka planındaki siyasi proje’ adım adım uygulamaya konulacak.”

Bu sözleri kim söylüyor? Ana muhalefet partisin lideri Sayın Baykal … Baykal’ın bu sözleriyle Türkiye‘de siyasetin ve bazı siyasetçilerin ne kadar sığ, yüzeysel ve çizgisiz olduğuna bir kez daha tanıklık ettik.

Sayın Baykal , o zaman adama sormazlar mı, “Türkiye’de bölücülüğü Meclis’e taşıyan siyasal hareketin lideri siz değil miydiniz?” diye… Meclis‘te bölücülük propagandası yapanlarla işbirliği yapan partinin o dönemdeki genel sekreteri siz değil miydiniz? Şimdi size bu konuda söz söylemek düşer mi?

Hadi düşer diyelim… Bari geçmişteki çizginize koşut olarak konuşun da bir kez olsun tutarlı oldunuz, diyelim. O da yok…

Sığ bir siyasetçinin hazin durumu… İşte, toplumun siyasete ve siyasetçiye güven duymamasının nedeni bu tür politikacıların siyasal etiğe hiç uymayan davranışlarıdır.

Baykal , partisinin bu Güneydoğu Sorunu‘na “Kürt sorunu” olarak yaklaşageldiği ve bu konuda raporlar hazırladığı hatırlatılınca da şöyle diyor:

“Biz 8 yıl önce bu raporu hazırladığımızda etnik kimlik henüz hukuk alanı dışındaydı. İnsanların anadilini konuşması, öğrenmesi, anadilinde müzik yapması, müzik dinlemesi, yayın yapması, kitap basması suçtu.

Bizim yaklaşımımız, insanların anadilini konuşabilmeleri, öğrenebilmeleri, anadillerinde müzik yapmaları, dinlemeleri, kitap okuyup yazabilmeleriydi. Özetle kültürlerini yaşayabilmelerini sağlamaktı. Ve bu bireysel haklar niteliğinde savunduğumuz demokratikleşme adımlarıydı.

Bizim ‘Kürt sorunu’ dediğimiz buydu. Nitekim, bu olanaklar Anayasa ve yasalarda yapılan değişikliklerle sağlanmıştır. Şimdi bunlar suç değildir. Oysa, Başbakan’ın telaffuz ettiği ve kabullendiğini açıkladığı Kürt sorunu, sorunu onların (PKK’lıların) anladığı gibi anladığı mesajı veriyor. Etnisiteyi siyasallaştırıyor.”

BU SATIRLAR İYİ OKUNMALI

Baykal ‘ın yukarıdaki sözlerinin tekini bile atlamadan okumalı, irdelemeli ve üzerinde durmalıyız ki, bu politikacının gerçekte ne kadar zaaf içinde olduğu, öngörüden, tutarlılıktan yoksun bulunduğu daha iyi anlaşılsın… Baykal‘ın eksi, negatif özelliklerini ortaya koymaya yeteceğine inandığım bu sözlerinin içeriğine dönmek istiyorum.

Diyor ki, Sayın Baykal, “Biz ‘Kürt sorunu’ dediğimizde, etnik kimlik hukuk alanının dışındaydı” .

Burada Sayın Ecevit‘i hatırlamadan edemiyorum. Sayın Ecevit, bilindiği üzere Güneydoğu Sorunu‘na hiçbir zaman “Kürt sorunu” dememişti, diyenleri de uyarmıştı, eleştirmişti. Bu nedenle CHP destekçisi bir gazete de “Ecevit Kürt düşmanı” diye manşet atma gafletinde bulunmuştu.

Oysa, Ecevit‘in konuya böyle yaklaşmasının iki önemli nedeni vardı: Birincisi, Kürt sorunu diyerek sorunun diğer yönlerini dışarıda bırakmamak, sorunun ekonomik ve toplumsal yönlerini vurgulamak… İkincisi de, sorunun gerçekten de bir Kürt sorununa, etnik ayrımcılığa ve ayrışmaya dönüşmesini önlemek istemesiydi.

NEYİ DEĞİŞTİRİR BU PATİNAJ?

Peki Baykal ve benzerleri ne yaptılar? Olaya Kürt sorunu olarak yaklaştılar, yaklaşmayanlara da “faşist” dediler. Diye diye olayın bir Türklük-Kürtlük sorununa dönüşmesine hizmet ettiler. Şimdi ise istedikleri kadar biz öyle demek istemedik desinler; neyi değiştirir bu patinaj? Yitirilen canları, ülke kaynaklarını, çalınan geleceğimizi geri getirir mi?

O dönemde oy uğruna Ecevit‘i Kürt düşmanı ilân edenler şimdi nasıl pişkin pişkin farklı bir çizgiye gelirler? Böylesine ölçüsüz, sınırsız, ucuz popülizm olur mu? Ecevit de olaya Kürt sorunu deyip, o bölgeden birkaç milletvekili daha fazla kazanmayı bilmiyor muydu? Ama bir devlet adamı, sorumlu ve tutarlı bir siyasal kişilik olmasını bildi O.

Neymiş efendim, onlar, sorunu anadili sorunu olarak görüyorlarmışmışmış, o da yapılan yasal değişikliklerle çözülmüşmüşmüş… Utanmasalar, “Sorun, vaktiyle Kürt düşmanı dediğimiz Ecevit’in başbakanlık yaptığı 57. Hükümet döneminde çözüldü” diyecekler… Bakın şu gülünecek durumlarına hele…

Demek ki, Baykal‘a göre, geçmişte Kürt sorunu dedikleri sorun çözülmüş. E peki, bölgenin feodal yapısı  ve toplumsal düzeni değişmeden, eğitim olanakları iyileşmeden, ekonomik kalkınmışlık farkı makul ölçüye çekilmeden Güneydoğu ve Doğu Anadolu‘nun sorunları çözüme kavuşmuş sayılır mı? Bence hayır. Konuya yakın geçmişi hatırlatarak açıklık getirmek istiyorum.

DSP’NİN GÜNEYDOĞU PAKETİ

Baykal ‘ın ve o dönemdeki partisinin bölücülükle kol kola yürüdüğü dönemde Ecevit ve DSP de konuya toplumsal açıdan yaklaşarak, gerçekçi bir çözüm için çalışmalar yapıyordu. DSP‘nin 27 Mayıs 1990‘da toplanan 2. Olağanüstü Kurultayı‘nda kabul edilen Güneydoğu Paketi bu çabanın sonucuydu. Pakette özetle şöyle deniliyordu:

·                         Silahlı kuvvetler, Güneydoğu’da yalnızca sınır güvenliğinden ve sınırdaki sızmaların önlenmesinden sorumlu olmalıdır.

·                         Aşiret reislerine, aşiret üyelerini silahlı mücadeleye sürmeleri için verilen görev kaldırılmalıdır.

·                         Terörist gruplarla mücadelede, iyi eğitilmiş ve yeterli ölçüde donatılmış profesyonel güvenlik birimleri oluşturulmalı ve bölgenin iç güvenliğinden tümüyle bu birlikler sorumlu olmalıdır.

·                         GAP tamamlanmadan tüm bölgede gerçek bir toprak reformu yapılmalıdır.

·                         Bölge halkı kalkınıncaya kadar kendilerinden vergi alınmamalı, ancak devlete vergi olarak ödemeleri gereken vergiyi kooperatif sandıklarında biriktirerek ortak yatırımlara yöneltilmeleri sağlanmalıdır.

·                         Ulusal birliğimizi, gerçeklere hiç uymayan “ırk birliği” kuramlarına başvurulmadan pekiştirmeye çalışılmalıdır.

·                         İşkenceye ve baskıya karşı önlemler alınmalı, bu konuda gelecek yakınmaları önlemek üzere yüzde 5’in üzerinde oy almış tüm partilerin temsil edileceği ombudsman kurumu oluşturulmalıdır.

Açıkça görülüyor ki, DSP‘nin konuya getirdiği açılım; ekonomik ve toplumsal alanlara da yöneliyordu. Yani bu bölgenin sorunlarını etnisiteye indirgemeksizin gerçekçi bir biçimde çözmeyi amaçlıyordu. Solculuğun gereği de buydu.

Diğer taraftan, solda olduğunu söyleyen öteki yaklaşımın öngörüsüzlüğü sonucunda Türkiye‘nin bugün geldiği nokta ortadadır.

BAYKAL TİPİ SİYASET

Baykal tipi siyasetin ciddiyetsizliği sonucu Türkiye ‘nin karşısına dikilen bölünme sorunu umarım geçmişte konuya sırf “oy kapma” olarak bakanların içini bugün sızlatıyordur.

Şimdi Baykal‘ın bugün söylediklerini ciddiye almaya değer mi? Zaten son zamanlarda Baykal‘ın gündeme geldiği konulara bakacak olursak, ciddiye alınacak tarafı da kalmadığı anlaşılıyor. Son noktayı koymadan kafamı kurcalayan bir soruyu da paylaşmak istiyorum:

Şu Bülent Ersoy olayı sonucu 12 Eylül dönemini hatırladık bir vesileyle… Ecevit‘in demokrasi uğruna mücadele verdiği, hapislerde yattığı dönemde avukatlık yaparak ekmek parasını çıkaran, CHP‘nin yeni şefi Deniz Baykal‘ın avukat olarak yazıhanesinin olmadığını öğrendik. Ersoy değil, kendi söyledi vallahi…

E peki, Baykal‘ı avukat olarak tutmak isteyenler onu nerede buluyordu? Belli ki, birileri aracı oluyordu bu iş için. Dahası, Sayın Baykal bu meslekten para kazanıyordu doğal olarak, ama kazandığı paranın vergi levhasını evinin duvarına mı asıyordu? E yazıhane olmayınca insanın aklına bu işin vergisi de geliyor tabii.

Benimkisi de bir kuruntu işte! Koskoca Baykal vergi kaçırmıyordu tabii… Aklımın ucundan bile geçmez… Ama yine de Baykal‘ın o dönemde ödediği verginin belgelerini görsem sanki daha bir iyi hissedeceğim kendimi… Neyse, ben vergi müfettişi değilim…