GEZİ BİTMEDİ!
28 Mayıs 2013’te Taksim’deki Gezi Parkı’ndan başlayan ve Eylül 2013’e dek süren, 80 ilimize yayılan eylemler, artık Türkiye’de ve dünyada hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını gösteren çok önemli bir dönemeç.
Ne sadece bir çevrecilik eylemi, ne sadece hükümet ve siyaset karşıtı, ne sadece gençlik hareketi, ne de sadece Türkiye ölçeğiyle sınırlı… Gezi süreci tam da Batılı refah devleti anlayışının çözülmesi sonrasında küresel kapitalizmin 2008’de başlayan finansal krizinin bir toplumsal krize dönüştüğü tarihsel bir uğrak. Yani olmuş ve geçmiş değil. Olacak olanın habercisi, öncülü.
Öncelikle Gezi olayının sosyal analizi üzerinden gidip geleceğe dair nerelere doğru evrileceğini analiz etmeye çalışalım.
Emniyet’in o süreçte gözaltına alınan 5 bin 513 kişi üzerinden hazırladığı Gezi Raporu, sosyal bir analiz yapmak açısından yararlı veriler sunuyor toplum ve siyaset bilimcilerine.
Yurt çapında 5 bin 532 eyleme 3 milyon 600 bin kişinin katıldığını söylüyor devlet. Bu aslında kapitalimizin tüm dünyada karşılaştığı en büyük sistem karşıtı eylemlerden birinin ülkemizde gerçekleştiğini ortaya koyuyor.
Gözaltına alınanların yarısı kadın. Bu çok önemli. Kadını yeniden eve hapsetmeye çalışan tutucu hatta gerici politikalara karşı duruşu ortaya koyuyor bu oran. Çoğunluğunun Alevi kökenli olduğu bu grup, iktidar tarafından kültürel açıdan dışlanan, inançsal hakları tanınmayan insanların yeni kültürel özgürlük taleplerini yansıtıyor. Cinsiyetçiliğe, mezhepçiliğe, mahalle baskısına, tutuculaşmaya karşı demokratik hak ve özgürlüklerin genişletilmesini arzulayanlar aslında Geziciler.
Yine gözaltına alınanların yarıdan fazlası yüksek öğrenim görmüş kişiler. Yüzde 80’i genç ve yine yüzde 80’den fazlası yoksulluk sınırının altında gelire sahip. Yüzde 20’sinin geliri ise 2 bin liranın üzerinde. Yani bilinçli, eğitimli, ekonomik açıdan dezavantajlı ve sistem mağduru bir kitleyle karşı karşıya Türkiye kapitalizmi. Eğer bu kitle orta sınıfları da yanına alabilirse (Aslında veriler büyük ölçüde bu ittifakın sağlanmakta olduğunu da gösteriyor), yepyeni bir başlangıç hiç de uzak değil!
Devlete göre, demokratik kitle ve sivil toplum örgütleri ile taraftar grupları içinde yer alanlar, ulusalcı-laik duyarlılığa sahip kişiler. Yüzde 12’si siyasal partilerle ilişkili, yüzde 6’sı uç sol oluşumlara yakın, yüzde 4’ü ise terör örgütleri ve yasal uzantıları içinde yer alıyor.
Bu veriler de gösteriyor ki, Geziciler genel anlamda siyaset kurumlarına güvenmiyor. Hükümetin iddia ettiği gibi marjinal falan da değiller, terörist hiç değiller. Bu ülkenin insanı, bu ülkenin kadını ve bu ülkenin genci onlar; geleceğe umutla bakmak isteyen, yenilik isteyen, kokuşmuş yapıları elinin tersiyle iten, “orantısız zekâ” Geziciler.
Gericilere karşı Gezicilerin açtığı yeni çığır, doğaya, kadına, dışlanmışlara, yoksullara acımayan kapitalizmi uysallaştıracaktır. Eğer uysallaştıramazsa da yıkacaktır. Bugünden yarına olacak bir olay değil tabii bu ama gelecekte bu olayları tarih yeni bir dönemin başlangıcı olarak yazacaktır.
Batı kapitalizmi, sosyal demokrasiyle birlikte siyasal liberalizmi, piyasa ekonomisi ve sosyal haklarla buluşturmuş, refah devletinin sunduğu olanaklarla da ömrünü uzatmış, emek kesiminin kimi taleplerini kendi bünyesine katabilmişti. 1970’lerin sonlarına doğru bu buluşma krize sürüklenmeye başlamış, neo-liberal reçeteler Batı’da ve Doğu’da IMF ve Dünya Bankası dayatmasıyla uygulamaya konulmuştu. Ama o reçeteler halkı daha da yoksullaştırmış, sömürüyü ve adaletsizliği artırmış, siyasal demokrasinin içini boşaltmıştı.
Şimdi de halkın içinden yükselen isyan ve direniş çığlığını, umudun çığlığını devletin kolluk güçleri vasıtasıyla ezmeye çalışıyor sistem. Yani sosyal devlet denilen olgu artık açıkça sermayeden yana tavır alarak başındaki “sosyal” yakıştırmasından iyice uzaklaşmaya başladı.
Ama kimsenin şüphesi olamasın ki, bu ikiyüzlülük halkın üzerine daha çok baskı ve daha çok sömürüyle geldikçe yeni bir yapılanma kaçınılmazlaşacaktır.
Gezi parkı, Yeni Sol’un filizlendiği tarladır. Şimdi o tarlayı çekip çevirecek ve ürünü yetiştirip derecek bir adrese gereksinim vardır. Bu, bir seçimlik değil geleceğe dönük bir adres arayışıdır.